Şimdi ne yapabiliriz?

6 Şubat sabahı sanki yıllar öncesinde kaldı; ama bir yandan da tüm yakıcılığıyla, depremden etkilenen illerde hala enkazın kaldırılmamış oluşuyla da çok yakın bir tarih. Son yıllarda yaşadığımız en büyük afetlerden birine uyandık o sabah. Sanıyorum herkes gibi ben de, ilk şok anını atlattıktan sonra “şimdi ne yapabiliriz” diye düşünmeye başladım.

İlk günlerde onlarca araçta yüzlerce gönüllü bölgeye gitmişti. Benim de dahil olduğum yaklaşık 20 kişilik bir ekip Antakya’ya doğru 18 Şubat’ta, depremin ardından 12. günde, yola çıktık. Anlatılanlardan, fotoğraflardan, videolardan neyle karşılaşacağımıza dair bir fikrimiz vardı elbette. Ancak oraya varınca insan hiçbir şeye tamamen hazır olamazmış, onu anladım. Tuzla buz olmuş bir kent; yaşamlar hepsinin altında kalmış. Biz nasıl toparlayacağız tüm bunları, dediğimi hatırlıyorum kendime.

Ben şehir plancısıyım. Bu yüzden Antakya’ya ulaşır ulaşmaz bir süredir orada Asi Yaşam Merkezi’nin inşasında çalışan gönüllülerle bir araya geldik. Asi Nehri’nin kıyısında, 25 birimlik bir konteyner mahallesinin kurulması için çalışan mimarlar, mühendisler, tesisatçılar, plancılar hatta mesleği hiç bu alanda olmayanlar, orada, toprağa bir kürek vurmaktan konteynerların temizliğine kadar her şeyi mümkün olduğunca iyi yapabilmek için günlerce çalıştı. Ben anahtarlardan ve depodan sorumluydum örneğin. Depoda matkabımız var mı, kaç metre elektrik kablomuz var, en son kaynak makinesini kim almıştı gibi soruların cevaplarını her gün güncellemeye çalıştım.

25 birim diyorum; kentteki yıkım göz öne alındığında sayı olarak bir şey ifade etmiyor olabilir. Ancak bütün kepçeler kentte yıkılma tehlikesi bulunan binaları yıkmak için sokaklardayken, Asi Yaşam Merkezi’ndeki kepçeler, bir yaşam inşa etmek için çalışıyordu. Bu, tarif etmekte epey zorlandığım bir duygu. Kentler kaç kamyona sığar bilmiyorum ama bizim kepçe küreklerimizden taşan umut yeşerdi bu alanda.

Asi Yaşam Merkezi’nin her santimetrekaresinde dayanışmanın harcı var. Mart ayında bir hafta boyunca bizimle yapılan her işin bir parçası olmak için Yunanistan’dan yaklaşık 10 kişilik bir ekip geldi. Konteynerların önüne, yağmurun birikmesini engellemek amacıyla konacak paletlerin çivilenmesinden konteynerların tavanlarının silinmesine, mıntıka temizliğinden sabah menemen yapmaya kadar her işte birlikteydik. Dostlarımız gitmeden önce tüm konteynerların önüne zeytin ağaçları diktik. Toprağı kepçe operatörü Mustafa abi kaldırdı, kazma küreklerle biz çukuru derinleştirdik, zeytin ağaçlarına uygun hale getirdik, diktik ve can suyu verdik. Tüm ağaçlara da bir isim koyduk. Kimine hemen yanı başında bulunan konteynerda yaşayacak olan ailedeki bebeğin adı verildi, kimine Antakya’yı anımsatan bir isim. Bizim ağacımızın adı da “ati” oldu. Hem Asi’yi çağrıştırıyor hem de “gelecek” demek. Birlikte inşa edeceğimiz geleceğe ithafen.

Bir yandan hijyen ve gıda kolilerinin dağıtımları da devam etti. Özellikle kadınlar için gelen hijyen paketlerinin tasniflenmesinde ve mahalle mahalle gezip doğrudan kadınlara ulaştırılmasında kadınların yer alması, birbirimizi dinlemek ve kadınların depremden etkilenmelerinin nasıl başkalaştığını anlamak için çok kıymetliydi.

Şimdi ben de İNAT Derneği’nin bir üyesiyim. Bundan sonraki süreçte de Antakya’daki hayatın yeniden inşası için atılacak her adımda, adımları çoğaltmak için emek vermeye hazırım.

Son olarak bir şey eklemek istedim; Yunanistan’dan gelen arkadaşlarımızla sık sık nasıl iki karşı yakanın benzer mücadeleler veren çocukları olduğumuzu konuştuk. Örneğin Yannis Ritsos bizim için Yunanistan’ın Nazım Hikmet’iydi; Nazım da onlar için Türkiye’nin Ritsos’u. Bu benzerliği ve mücadeleyi aşan ve iki yakada yankılanan birkaç dizeyle bitirmek istedim.

“…uyumuyorduk bizler

serpilmiş sesini topluyorduk sokakların

serpilmiş adımları topluyorduk

uyumu buluyorduk, yüreği, bayrağı.”

Sinem – Şehir Plancısı