6 Şubat günü deprem oldugunu öğrendiğimde gün içinde haber almaya çalıştım. Depremin büyüklüğünü kavramaya başladığımda öğleden sonra Kaz Dağları Direnişi’nden tanıdıklarımı aramaya, toplantı yapmaya çalıştım ve acilen afet koordinasyonu oluşturmak için elimden geleni yaptıysam da başarılı olamadım. Deprem gününün akşamı yine aynı dayanışmadan tanıdığım bir arkadaşımın yönlendirmesiyle Kadıköy’den otobüs kalkacağını, ancak aracın dolu olduğunu öğrendim. Buna aldırmadan Kadıköy’e gidip, burada yardımlaşmaya katkıda bulundum. Arkadaşım bana bir saat sonra kalkacak olan otobüste bir kişilik yer olduğunu söyleyince ben de işçi olduğumu ve elimden her türlü işin geldiğini söyledim, onlar da bana hemen hazırlanmam gerektiğini ilettiler. Çantamı ve eşyalarımı almak için 1 Mayıs Mahallesi’ndeki evime gidip, hızlıca toparlandım ve araca yetişebilmek için taksiyle Kadıköy’e dönecekken evimin iki sokak ötesinde hiç tanımadığım bir adam beni durdurup, nereye gittiğimi sordu. Deprem bölgesine gittiğimi tahmin etmiş. Üzerindeki montu çıkarıp, orada ihtiyacı olan birine vermemi söyleyerek bana uzattı. Bunu hayatım boyunca hiç unutmayacağım. Hatay’da indiğimiz an İnat’ın burada çoktan bir koordinasyon merkezi kurmaya başlamasından gurur duydum. Bu topraklara, insanlığa azıcık aidiyet hisseden herkes acı çekenlerin yanında olmalı, aynı acıları paylaşmalı, birlikte çalışmalı ve dayanışmalıdır bence.
Arama kurtarma faaliyetlerine katıldığım o ilk dört gün insanlığımdan ve ilerici kimliğimden utandığım zamanlardı. Çünkü biz aydınlık insanlar olarak böyle hazırlıksız ve çaresiz olmamalıydık. Göçüklere giremiyorduk; elimizde ne hilti, ne de jeneratör vardı. İnsanların çığlıklarını duyduğumuz halde onları çıkaramıyorduk. İnat ikinci, üçüncü günden itibaren bu organizasyonu yavaş da olsa halletmeye başlamıştı. Beşinci gün yine Kaz Dağları’ndan tanıdığım bir dostum bana Samandağ’a geçeceklerini ve orada da bir koordinasyon kuracaklarını, benim de gelmemi istediğini söyledi. İzmir’den gelen inatçılarla Samandağ’a geçtik ve orada da Defne benzeri bir koordinasyon kurulmasına yardım ettim. Çadırların kurulması, deponun yapımı, koordinasyon merkezinin elektriklendirilmesinde çalıştım. Köylere dayanışma kolileri, soba ve çadır dağıtımına katıldım. Samandağ’da yerel halk ile bağlar kurarak onları da dayanışmaya dahil ettik. Yıkım çok büyük, acılar tarifsiz ve asıl sorumlular sorumsuz, hatta gözlerini kapatmış durumdaydı. İlerici bir işçi, dünyayı inşa eden ve yaşatan sınıf olarak hayatı, yaşamı tekrar kurmanın ancak işçi sınıfıyla mümkün olduğunu biliyor ve buna inanıyordum. Depremin 18. günü yorgun argın ve biraz da hasta halde bir haftalığına İstanbul’a dönmek üzere yola çıktım. İstanbul’da yine geçmişten tanıdığım bir başka inatçı dostum ile telefonda konuşup, konteyner kentin inşaatı için Antakya’ya döndüm. O günden beri de ne ihtiyaç varsa elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum.
Bu depremin birçok kötü hatırası olsa da, Türkiye’nin dört bir yanından gelen binlerce insanın dayanıştığında, birlikte hareket ettiğinde neler başarabileceğini görmüş olduk. İNAT’la dayanışma yaşatır.
Erol, İşçi